Traffic(trafik) kelimesi İngilizceye; yan yana yavaş yavaş yürümek anlamına gelen, Arapça tarafından geçmiştir.
Bir Fıkra
Sinyal
Acemi sürücü arabasıyla kavşakta dönüp duruyormuş. Uzaktan durumu merak eden polis yanına gelip durdurarak sormuş:
-Kardeşim yarım saatten beri kavşakta ne diye dönüp duruyorsun?
Sürücü utana sıkıla cevaplamış:
- sol sinyal takılı kaldı da....
İnsanlığın ilk çağlarından bu yana, onunla beraber devam eden, taşıma eylemleri hiç bitmedi. İnsanlar, yükler, hayvanlar, ihtiyaçlar ve hayatlar hep bir yerden bir yere gitti durdu. Kıyamete kadarda gidecek.
İnsanlığın bu taşıma serüveni devam ederken; fiziksel zorluk gerektiren işlerde kolaylık arayışları da beraberce ilerledi. Aslında teknolojik gelişmelerin tetikleyicisi “Taşıma”dır diyebiliriz. Tüm zorluk gerektiren eylemlerde önceleri, hayvanlardan yararlanılmış, tekerlek bulunmuş, rüzgârın esme, suyun akma güçleri kullanılmıştır. Bu durum bilinen insanlık tarihinin 15-20 bin yılının çok büyük bir kısmında devam ederek yakın tarihimize kadar gelindi. Ta ki son 250 yılda doğadaki hayvan, rüzgar, su gibi güçlerin yerine, her zaman her yerde kullanılabilecek, miktarını-kuvvetini, insanın ayarlayabileceği teknolojik kuvvetler üretilmeye başlayana dek .Ulaştırma araçlarına baktığımızda; ilk olarak 1680’de Hollandalı Christian Huygens’in yaptığı barutun yanması ile çalışan pistonlu makine ile serüvenimize başladık. Şimdilerde hava kararınca kendiliğinden yanan farlara sahip, uydudan donanımlarına müdahale edilebilen, tonlarca yük taşıyabilen taşıtlara gelmiş bulunuyoruz.
Aslında konumuzla pek ilgisi olmamakla beraber; 15-20 bin yıllık insanlık tarihi içinde,ilmek ilmek büyüyen ama son 250 yılda patlayan teknoloji dünyanın akıbeti ile ilgilide ip uçları veriyor bize. Bir tiyatro oyununun son sahnesi, bir sinema filminin son 10 dakikası en mükemmel yeridir. Finaldir. Ölenler ölür, aşıkların durumu iyi veya kötü sona ulaşır, savaşlar biter, senaristler, yönetmenler senaryo ve yönetimleriyle, aktör ve aktrisler en can alıcı rolleriyle varlarını yoklarını ortaya koyarlar bu son bölümde… ve THE END. İşte İnsanlığın da böyle bir son perdede olduğunu düşünebilmemiz için çok nedenimiz var. 15-20 bin yılın son 250 yılında insanoğlu her şeyini ortaya koymuş, hatta son 50 yıl, daha yakın 25yıl son 10 yıl… Gelişmeler baş döndürücü hızdadır. Genlerle oynanmış, kalp nakli yapılmış, uzaya çıkılmış,cep telefonu, bilgisayar, Internet.
Tüm bunlar olurken 15-20 bin yılda bozulmayan doğa, biraz önce söylediğimiz teknolojik gelişimin hızıyla, aynı teknolojinin sahibi insanlar tarafından tahrip edilmip, bozulmuştur. Bilim adamları: beş on yıl sonra dünyanın çevre açısından geriye dönülemeyecek bir noktaya geleceğini söylüyorlar. Aynı bilim adamları Suyun, toprağın, havanın kirlenmesi, küresel ısınma ve ozonun delinmesi, gibi nedenlerin dünya üzerinde insanlığın sonunu hazırlayacak etkenler olduğunu bangır bangır söylüyorlar. Hatta bu gidişle en fazla 100- 150 yılımız kaldı diyen bilim adamları bile var. Kutsal dinlerin kitapları da zaten kıyametle bu sonu anlatmıyor mu? Ayrıca geldiğimiz ve geleceğimiz son için yine kutsal kitaplar; "Kazandıklarınız ellerinizle yaptıklarınızın sonuçlarıdır" demiyor mu? Kıyamete giden sonu da insanmı hazırlıyor dersiniz?
Biz, ilerleyen teknoloji ile beraber taşıma konumuza dönersek, taşımanın her yerimizi kapladığını görürüz. Sabah yediğiniz yumurtadan, gazetenize, ayağınızdaki çoraptan içtiğiniz suya kadar her şey ulaştırmaya mahkumdur. Bizatihi siz mahkumsunuz, gideceğiniz her yer için. Ulaştırmanın içinde kara ulaştırması ise en olmazsa olmazdır. Hava, deniz, demiryolu ulaştırmaları olsa olsa kara ulaştırmasının yükünü alır, yardımcı olur ama son nokta vuruşu her zaman kara ulaştırması yapar. O yoksa ulaştırma çok eksiktir, hatta yoktur. Düşünün bir kere E-5, E-6’ yı kesiniz, İstanbul’a gıda ürünlerinin girişini sağlayan unsurlar olan yol, araç, şoförleri süresiz tatile çıkarınız, İstanbul hapı yuttu.Tabi gıda üretip İstanbul’a yollayanlarda. Sebze-meyve Ege ve Akdeniz’de, tahıl ürünleri İçanadolu’da, Et ürünleri Doğuanadolu’da, hamsi Karadeniz sahilinde çürür. İstanbul’dakilerde stokların bitmesiyle nüfuslarının üçte birini açlıktan kaybederler. Hani yemek çok önemli idi, insanlar yemezse ölürdü, işte o gıdaları ulaştıramazsanız o gıdaların hiçbir anlamı yok. Sağlıkta tıpta da durum böyledir; bir hasta düşünelim, 10 km. uzaktaki hastaneye ulaştıramıyorsunuz, oysaki dünyanın en önemli kalp ve beyin profesörünü o hastanede hazır bekletin hiç kıymeti yok. O profesörler kollarını bağlayıp beklerken, hasta ölür. Ulaştırma biz daha doğmadan başlar, annelerimiz bizi doğurmak için hastaneye bir taşıtla gider oradan bir taşıtla annemizle evimize geliriz. Ölünce de taşımayla işiniz bitmez!. Bir cenaze arabası gelir ve sizi alır götürür. Kısaca beşikten mezara kadar ulaştırma…
Peki hayatımızı bu kadar etkileyen “ULAŞTIRMA” hayatımızı tehdit etmiyor mu? Evet hem de kocaman bir EVET! Ülkemizde yılda 8.000-10.000 insanımızı genç-yaşlı zengin-fakir profesör, millet vekili, sanatçı demeden kaybediyoruz. On katı da yaralı ve sakat veriyoruz. Maddi hasara hiç girmiyorum.1999’da bir deprem oldu ve 10.000 den fazla vatandaşımızı kaybettik, hepsine Allah rahmet etsin. Depremin ardından binalar güçlendirildi, tatbikatlar yapıldı, sigortalar çıkarıldı. Birde,Ulusal deprem konseyimiz oldu.İnsanların bazıları deprem korkusu ile psikolojik tedavi gördü. Hatta şimdi bile TV kanallarından birini açın, mutlaka bir deprem profesörü konuşuyordur. Çocuklar bile fayı, kandilliği, deprem büyüklüğünü, yanal atımı, doğru atımı artçıları-öncüleri trafik işaretlerinden iyi biliyor. Oysaki; 150 yıldır bu bölgede olan depremlerde toplam kaybettiğimiz kadar vatandaşımızı HER YIL trafikte kaybediyoruz. Ama bu kayıp bir gecede değilde, gıdım gıdım olduğu için kimsenin umurunda değil. Bu gün Giresun’da 2 kişi, yarın Urfa’da 4 kişi, öbür gün Tekirdağ’da 5 kişi, ateş düştüğü yeri yakıyor. Acaba trafiğinde, bir deprem, bir terör kadar konuşulabilmesi için, kazalarda bir gecede mi 10.000 kişinin ölmesi gerekiyor. Şimdi deniyor ki İstanbul’da elli altmış yıl içinde işte şu kadar ihtimalle deprem olacak.İyi de, belkide şu an İstanbul’da yaşayan hiç birimizin ömrü bu depremi görmeye kifayet etmeyecek. Üstelik bu depremin büyüklüğü ve İstanbul'u etkileyip etkilemeyeceği konusunda konunun uzmanları ikiye ayrılmış durumdalar.Oysaki bu yazıyı okuduktan birkaç saat sonra bir yerlerde trafik kazası geçirme ihtimali hepimizin başında duruyor.
En son geçtiğimiz bayramdan söz etmek istiyorum;her bayramda olduğu gibi bu bayramda vatan evlatlarını kara ulaştırmasında kaybettik, hem de 189 tanesini, hem de sadece 5 günde. Nasıl bayram bu…
Bu noktada Trafik güvenliği ve ekonomik, rahat kara ulaştırması konusunu daha fazlaca konuşmamız tartışmamız gerekiyor. Herkes üstüne düşenleri yapmak zorundadır. Birbirimizi denetlemeli,yardımcı olmalıyız.Özellikle çocukların ve gençlerin trafik bilincini oluşturacak ve diri tutacak önlemleri bir an önce almalıyız, denetlemeliyiz.
Bu amaçlarla hazırladığımız "TRAFİKTÜRKİYE” oluşumunda; Trafiğin ve Trafik güvenliğinin önemine dikkat çekmeye çalışacağız. Bilgi eksiklerimizi giderebilecek küçük katkılar sağlayacağız. Bize lazım olabilecek trafik konularında, bazı gerekenleri sunacağız .
Sözlerime kazasız, huzurlu bir hayat dileklerimle son verirken, Hoşça kalın.